Avrupa İtalya Ligurya

Imperia Gezi Notları – III ; Zeytinyağı Müzesi

imperia

9 Temmuz

Bugün hava çok güzel değil, yani kapalı, sabaha doğru yağmurun sesini duyduğumu sanıyorum.

Yine de denize gitmeye karar verdik. Ben denizin çevresinde dolaşıp biraz tanımaya çalıştım, hava hep bulutlu. Sonra biraz yağmaya başlayınca, kalkmak istedik. Gülserin’in ısrarları yüzünden tekrar denize dönüp biraz daha kaldık. Hava açmayınca eve dönmeye karar verdik.

Bugün “Zirfet” yaptık. Dersim’e selam gönderdik. İmperia nere Dersim nere demeyin sakın. İkimizin de ortak yönleri var, tereyağı, sarımsak, un… eee daha ne olsun…”çakma”olsa da yine de güzel olmuştu.

10 Temmuz

Bugün bir şey yapmadık, evde dinlendik, Yarın Engin ve Gülseren yolcu.

Akşama doğru gidemediğimiz zeytinyağı müzesine Museo dell’Olivo gitmeye karar verdik. Zeytinyağı müzesi paralı; giriş 5 Euro. Ben, Güler, Gülsüm müzeyi gezdik. Müze beklediğimden de orijinal. Çok güzel, özenli ve büyük emek sarf edilmiş. Zeytinin ve zeytin yağının bütün tarihini, ki bence bizim de yani insanın da tarihi sayılır, bize gösteriyor. Zeytin ağacına saygım bir kaç kat daha arttı.

Museo dell’Olivo – Zeytinyağı müzesi

12 Million yıl önce, insanlar daha toprağa ayak basmadan önce, onun hikayesi Akdeniz kıyılarından “Olea” adı verilen bir ağaçla başlayıp, günümüze kadar şifa, lezzet, kültür olarak varlığını ve önemini artırarak devam ettirip gelmiştir.

Müze Fratelli Carli , Carli Ailesi tarafından oluşturulmuş. Zaten “Olio Carli” adı altında da hala Zeytinyağı üretiyorlar. Yaklaşık 100 yıllık başarılı bir aile firması.

Firma hakkında bilgiye burada   Müze hakkındaki bilgiyse burada ulaşılabilir..

Müzeden sonra firmanın alışveriş bölümünde epey bir zaman geçirdik. Firmaya ait ürünler burdan satılıyor. Başta zeytinyağı olmak üzere, zeytinyağı ile yapılmış bir çok şey, reçeller, tatlılar hatta kozmetik burdan satınalınabiliyor.

Sonra Villa Grock’u görmek istedik. 1920’lerde yapılmış ilginç bir mimariye ve büyük bir bahçeye sahip, zamanın ünlü Palyaço’su Adrian Wettach’ın tarafından yaptırılan bir villa. Adam eşinin ailesini ziyaret için Imperia’ya gelmiş, bayılmış buraya; hemen denizi gören bir arsa satın alıp böyle bir Villa yapmış.

Villa Grock

11 Temmuz

Bugün erken kalktık, kahvaltıyı hızlı hızlı yaptıktan sonra saat 8.40’ta yola çıktık. Engin ve Gülseren Milano Bergemodi Orio al Serio” havaalanında saat 14.00’te uçacaklar. Yaklaşık 3 saat bir yolculuktan sonra hava alanına vardık. Havalalının girişinde vedalaşıp Milano Centro‘ya doğru yolumuza devam ettik. Katedral‘e yani Duomo di Milano’a yaklaşık 1-2 km uzaklıkta bir Park yeri bulup arabamızı park ettik. Sonra şehir merkezine yani Katedral‘e doğru yürümeye başladık. Doğrusu Katedral‘e yürüdüğümüz birlemeden yürüyorduk. Daha önce Milano hakkında epey bir şeyler okumuştum. Ama Milano‘ya uğrayacağımızı hesap edememiştim. Gülsüm’ün kırmayıp yolda rotayı Milano Centro‘ya çevirdim.

Zaten Katedral‘in bulunduğu yer aynı zamanda şehrin merkeziymiş. Orda öğrendik.

Katedral çok güzel. Katedral meydanının ortasında Katedrale bakan bronzdan, at binen bir amcanın heykeli var. “Monumento a Vittorio Emanuele II “ yani II. Vittorio Emanuele. 1800 yılların ortasında yaşamış İtalyan Kralı. Meydan kalabalık ve hareketli. Meydanın iki tarafı büyük ihtişamlı binalar. Heykelin bulunduğumuz alanda Katedrale bakarken sol tarafımızda büyük ihtişamlı tarihi pasaj var. Pasaj’da yine aynı isimle “Viktor Emanuele Passage” adlandırılmış. Pasajın içinde pahalı markalar, restoranlar, kafeler bulunuyor… Sağ tarafta ise Katedral Müzesi ve Kralın sarayı bulunuyor.

Duomo di Milano

Zamanımızın darlığından dolayı Milan kalesi Castello Sforzesco‘ya doğru yürüyoruz. Via Dante sokağından yürürken kalenin duvarlarını görebiliyorduk. Oraya doğru yürümeye başladık. Giuseppe Garibaldi ‘nin heykelinin yanında aynı yolu geri dönüyoruz. Akşam güneşi de bize gitme zamanımızın geldiğini fısıldıyordu. Dönüş yolunda Milano dondurması yemeden gitmek olmazdı.

Yaklaşık 3 saat Milano‘da geçirdik. Park yerinin 16 Euro’yu bulan kazığından sonra Imperia‘ya doğru rotamızı yeniden belirledik. Yol boyu Milona-Toronto arası verimli düz arazilerinden geçip Lugira’ya doğru Akdeniz’e iniyoruz.

Savona‘dan sonra sahil yolunda gitmeye karar verdik. Albenga çıkışından çıkıyoruz. Albenga ve hemen bir kaç kilometre ötesindeki Alassio‘ya bayıldım.

SS1 yani Via Aurelia yolu müthiş güzelliklerle dolu.

Alışveriş te yaptıktan sonra yorgun argın eve varıyoruz. Hejan ve Gülden evde kalmışlardı. Gülsüm’ün “makarna” sayıklaması gerçek oldu. Gülden Makarna yapmış.

12 Temmuz

Bugün yine denizdeydik. Artık geri dönüş zamanı yaklaşıyor…Bugün daha önce bir iki kişinin olduğu sahilde nerdeyse yer bulamaz duruma geldik. Yoğun bir turist akışı başladı. Park yeri ve trafiğin yoğunlaşmasından da anlıyoruz bunu.

Hava biraz rüzgarlı, ben gölgede bu satırları yazarken, Güler, Gülsüm, Gülden ve Hejan güneşlenip, denizin keyfini çıkarıyorlar.

Martılar

Sırtı üstü uzanmıp masmavi gökyüzünde birbirini kovalayan martılara bakıp, onların çığlıklarını dinliyorum. Beynimin içini boşaltıp zaman ve mekan kavramının dışına çıkmak istiyorum. Olmuyor, güneş bırakmıyor. Doğruluyorum, ufka bakıyorum, bir gemi ufukta, sağında bir yelkenli geçiyor. Uzaklardaki geminin kornası duyuluyor, dalgaların sesi denizin kokusuna karışıp sahile vuruyor.

13 Temmuz

Son kez denize gittik. Bugün hava yine sıcak. Sıcaklık 30’un üzerinde. Fakat deniz bu kez her zamankinden daha fazla dalgalıydı. Hejan tadını çıkardı, hem de tuzlu suyla… Gittiğimiz yerde bu kez farklı olan bir şey daha vardı; artık yer bulmak daha fazla zorlaşıyordu. Daha fazla insan gelmeye başladı. Daha fazla araç sahil yolunda park etmiş halde bulduk. Almanlar ağırlıkta.

Bugün sürpriz bir kararla gidişimizi bir gün erkene aldık. Yarın yolcuyuz yani. Genelde tatiller uzatılır, fakat biz kısalttık. Neyse ki güzel bir tatildi; yorucu ve koşturmacasıyla birlikte….

14 Temmuz

Gece geç yattım, daha doğrusu yatamadım. Bizimkiler 6’ya saat kurmuşlar. Hejo’nun sabahın köründeki sesiyle uyandım. Birazdan Adolfo gelecek son hesap kitap yapılacak ve biz dönüş yoluna koyulacağız.

Hava dinç ve görünüyor. Son olarak bulunduğumuz yerde bir incir ağacı vardı. İri siyah meyveleri çok güzeldi. Onun ağacından bir kaç dal almak için kendimi sokağa vurdum. Ortalık sesiz, kimseler yok sanki. İncir ağacına yaklaşır yaklaşmaz bahçenin birindeki küçük köpek beni hemen fark edip hızla bana doğru havlayalar geldi. Havlamalar artarak büyüdü. Bunlar Çete yahu. Bir anda ortalık köpek seslerine boğuldu. Bir iki dal ve bir kaç incir koparıp hemen uzaklaştım.

Geldiğimde kahvaltı hazırlanmış ve herkes kahvaltısını yapmıştı bile. Canım bir şey yemek istemiyor. Derken Adolfo geldi. Son kontrollerden sonra 113 Euro su ve elektrik parası çıkardı. Ödedim.
Adolfo bizi kendi evinin en üst katına, büyük terasına çıkarıp; burada fotoğraf çekmemi söyledi. Gerçekten de güzel bir yer. Bütün deniz ve yakın köyleri görebiliyorsun.

Adolfo’yla vedalaşıp yola çıktık. Saat 8.40 sıraları otoyola girmiş bulunduk.

Şimdilik bu kadar, hoşça kal Adolfo, hoşça kal Poggi, hoşça kal Imperia…

Dönüş yolu farklı olacak; Genova’ya yakın E25’i izledik. Bu yol, Alessendira’dan sonra Torino’nun bayağı bir üstünden Aosta’yı izleyip “Traforo del Gran San Bernardo” tüneli üzeri İsviçre’ye çıkıyor. Yolun Aosta Martigny’e kadar olan bölümü yani yaklaşık 75km’lik bölümü tek yönlü ve virajlı yollardı. Ama çok güzel bir yoldu, hep gidilmesi gereken bir yol olarak da not edeyim.

Liddes köyü-İsviçre

İsviçre’ye girişte Liddes diye bir köyü geçtikten sonra yol kenarında güzel bir yerde biraz konaklayıp sabah yola çıkmadan önce hazırladığım sandviçleri güzel bir midemize indirdik. Vadinin orta yerinde yükselen dağlara karşı bir şeyler yemek çok keyifliydi. Temiz ve biraz soğuk hava bize iyi geldi.

Dönüş yolumuz daha güzeldi; hem güzellik, hem hızlılık, hem yakınlık açısından. Sadece Basel’e yaklaştıkça inanılmaz bir trafikle karşılaştık. Bir de Almanya’da trafik vardı. Saat 19’a doğru Mannheim’a varmıştık.

Özet;
Yaklaşık 01-14 Temmuz arası on günün üzerinde İmperia bölgesinde konakladık. Bu sürenin bir iki gününü Fransa’da geçirdik. Fransa ile ilgili yazacak çok şeyim yok; gittiğimiz şehirler her biri için bir kaç gün gerekiyor. Biz sadece bir fotoğraf çektik. Beynimdeki fotoğraflarda Provence bölgesi “olmuş” bir fotoğraf tadı bıraktı. Cannes büyük şehir olarak güzel bir fotoğraftı. Dediğim gibi şehirlerin bir ruhu vardır. Biz hissetmeden girip çıktık
İtalya’yı seviyorum, doğası ve kültürünü kendime yakın hissediyorum. Bizim gibi Almanya’da yaşayıp Deniz ve Güneş’te mustarip olanlar için Liguria bölgesi büyük bir şans.

Konaklama seçenekleri fazlasıyla var. Üstelik diğer bölgelere göre daha ucuz. Biz genelde yeme-içme sorununu mutfağımızda hallettiğimiz için, çok büyük sıkıntı yaşamadık. Süpermarketler Almanya fiyatıyla aynıydı ya da çok az pahalıydı. Dışarıda bir kez yiyebildik. 10-15 Euro arası lokantalarda karın doyurabilmek mümkün.
Bizim asıl harcamalarımız otoyol parası ve benzindi.

Öneri olarak söylersem; yaz tatili, yani “güneş ve deniz tatili” ile bir ülkeyi “tanıma, kültür tatilini” özellikle İtalya gibi ülkeler için ayrı tutmalısınız. Liguria bölgesine yaz tatili yani “güneş ve deniz tatili” yapmak istiyorsanız, ya bir kasaba ya da denize 3-5 km uzakta bir köy seçin. Tatil yerinize geldiğinizde ise sadece oranın tadını çıkarmaya bakın. Küçük köyleri, kasabaları, şehirleri gezin, gece şehre inin, gece ışıklarıyla şehrin sahillerinde yürüyüş yapın. Ve sürekli sahil yolunu kullanın; yavaştır ama güzeldir, daha İtalya’dır , Liguria’dır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir