Mosel Vadisi Gezimiz önceden düşünülen fakat gerçekleştirilemeyen gezilerden birisiydi. Trier’den Koblenz’e kadar olarak planlan bu gezimiz, ne yazık ki zaman sorunundan dolayı Trier ve Koblenz’i şimdilik es geçiyoruz. Resmi tatili fırsat bilip hemen güzergahımızı belirliyoruz; Mosel’ın kenarında, küçük bir köy olan Mehring’i ilk durak olarak seçip, burdan 53 numaralı yolu takip ederek Mosel boyunca Cohem’e kadar gitmeyi planlıyoruz. Konaklayacağımız yer ise Cohem’e 3-5 km uzaklıktaki küçük bir köy olan Bruttig-Fankel’ın Bruttig kısmında bulunuyor.
Bernkastel – Neus
Andel ile Bernkastel-Neus arası 3-5 km sanırım. Hala 53 numaralı yolu takip ediyoruz. Bernkastel’a vardığımızda önümüze çıkan kavşaktan köprüyü dönünce büyülenmeye başladık. Bu köprü Gar’a, şehrin Neus taranfına çıkıyor.
Aslında yönümüzü konaklayacağımız yere çevrimiştik. Transit geçip gidecektik. Fakat bu kasaba bizi büyüledi. Ve hemen burayı gezmeye karar verdik. Gar‘a yakın bir yerde, yani şehrin Neus tarafından arabamızı park ettik.
Tam biz bu kasabaya girerken gökyüzündeki bulutlar da dağılmıştı. Akşam güneşinin altın sarısı ışıklarını da arkamıza alıp Gar’a doğru yürüdük. Gar çok eski bir bina. Restoran-Cafe’ye dönüştürülmüş.
Köprüye varmadın hemen önce St.Nikolaus Hospital binasını göroyuruz. Görkemli, güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Nicolaus Cusanus tarafından, 15. yüzyılda yardıma muhtaç 33 erkek için bağışta bulunduğu hastane. Bugüne kadar da odaları yaşlılar yurdu olarak kullanılıdı. Geç Gotik Sanatı dönemine ait bu manastır kompleksinin en önemli özelliği ise; bir çok ortaçağ el yazması bulunan kütüphaneye sahip olması.
Bernkastel-Kues’ün “Kues” tarafı 15. yüzyılda yaşamış olon filizof Nikolaus Cusanus’a ait izler barındırıyor. Kimbilir belki de “Kues” olarak anılması da onun soyadından kaynaklanıyor. Nicolas van Cuso diye de adlandırılmış bu Alman düşünür, felsefenin yanı sıra matematik, teoloji, astronomi ve mantıkla da ilgilenmiştir. Aynı zamanda da bir din adamıdır.
Neyse köprüden yürüyerek şehrin karşı tarafına doğru ,Bernkastel’a yani yürümeye baladık. Burdan karşı tarafa bakarken Landshut Kalesi ve terslama sistemiyle oluşturulan üzüm bağlarını görüyoruz. Kaleye ne yazık ki çıkamadık. Hem zaman sorun hem de tırmanmanını yorucu olduğunu düşününce hiç dillendirmedik bile. Fakat sonradan öğrendik ki yukarıya Landshut Express diye bir bir araba çıkıyormuş.
Bernkastel kısmına geldiğimizde masalın aslında yeni başladığını gördük ve konaklama yeri olarak burayı seçmeyişimize hayıflanıp durduk. Küçük dar sokakları, bir birinde güzel tarihi binaları, kafeleri, pastaneleri, inanılmaz büyüledi bizi.
Pazar meydanı, Rönesans’ta kalan Belediye binası ve ilginç mimarisiyle 600 yıllık yarı ahşap evlerle çevrilidir. Meydanın ortasında kılıç kullanan Başmelek ile Michael’ın Çeşmesi (17. yüzyıl) sizi selamlar.
Zaten Meydana gelir gelmez Kenan’ın “Zwiebelkuchen / Soğanlı Pasta ” krizi tuttu. Biliyorum “Soğanlı Pasta” denince kulağa korkunç geliyor. Almanların geleneksel bir “pastası” denilebilir. Pastadır diye tabiki tatlı olarak algılamayın. Tamam dedik yiyelim. Fakat meydanda bir kaç tane pastane var; hepsi birbirinden güzel, çok çekici görünüyorlar. Tam karar vermişken, daha epey bir yolumuzun olduğunu, kalacağımız yerde yemenin daha mantıklı olacağını düşünüp erteledik…
Güneş ufka yaklaşmış, şehrin ışıkları yanmaya başlamıştı. Karanlığa kalmayalım diye, arabayı park ettiğimiz yere doğru geri yürümeye başladık. Arabaya vardığımızda güneş batmıştı bile.
Cohem’e doğru yol alırken Ürzig – Zeltingen Rachtig arası devasa büyüklükte bir köprü yapımı ile karşılaşıyoruz. İnşaat halinde; bir çok sütunu bitmiş görünüyor. Köprünün uzunluğu yaklaşık 1.7 km yüksekliği ise 160 m civarı. Köprü Eifel ile Hunsrück bölgesini birbirine bağlayacak. Köprünün tam dibinde yol tek yönlü olarak sağlanıyor. Işık bize yanınca uzunca bir süre bekleyip bu beton yığınını seyre daldık.
Yol, Kenan’ın da mızmızlığıyla uzadıkça uzadı. Yani en azından bize öyle geldi. Cohem’e yaklaşınca da “Internet” problemi yaşamaya başladık. İnternet artık çekmiyordu. Gideceğimiz yere yakın olduğumuzu biliyorduk. Bizi cezbeden büyüleyici ışıkları ve hareketli sokakları fark edince Cohem’e vardığımızı anladık. Konaklama yerimizi geçmiştik yani. 15-20 dakikalık bir gecikmeyle konaklama yerimize varabildik.
Köy çok sessiz; in-cin top oynuyor. Kaldığımız yer Pansiyon-Cafe. Sevimli bir abla bizi karşıladı. Sonradan Polen olduğunu anladık. Hemen yerleşip, bir şeyler yemek için dışarı çıktık. Pizacıdan karar kıldık, zaten topu topu iki yerdi. İtalyan Pizacı, Hintli sahibi.
Yer küçük ve temiz görünüyordu. Dışarının soğu içerideki sıcaklığı daha da çekici hale getiriyordu haliyle. Pizzalarımız söyledik, şaraplarımızla birlikte. Sobet derin, pizalar da fena değil, şarap da eklenince “çakırkeyf” bir akşam bu şirin Alman köyünde anılar defterine not olarak düştü bile.
Gece henüz bitmemişti. Kaldığımız pansiyonun hemen bitişiğinde bir Şarap Mahzeni vardı. Usulcana kapıdan süldük içeri. Küçük ve şirin bir yer. Aile işletmesi olduğu her halinde belli. Sanki bütün köyün sakinleri burada. Yüzde doksanı 50’nin üstü sanırım. Keyifli oldukları her hallerinden belli. Ben çay – ki yoktu, kadın benim için özel yaptı, Güler ve Kenan ise köyün yerli şaraplarını uzun ve keyifli sohbetler eşliğinde yudumladılar. Kalkınca, ne kadar çok yorulduğunuzu yeni hissedebildik.
Ve gece henüz yeni gelmişken, biz kendinizi uykunun kollarına bıraktık.
Bruttig-Fankel
Biz Bruttig-Fankel’ın Bruttig kısmında konakladık. Sabah 8 gibi uyandık. Güzel bir uykudan sonra kahvaltımızı yapmak için Pansiyonun salonuna iniyoruz. Tipik bir Alman kahvaltısından sonra yolumuza, Cochem’e doğru hareket ettik. Cohem bize 8-10 km uzaklıta.
Hava çok güzeldi. Güneşin, bulutların yardımıyla üzüm bağlarının üzerindeki ışık dansını seyre dalmışken, Cochem’e geldiğimiz farketmedik bile.