Avrupa İtalya Ligurya

Imperia Gezi Notları – II ; Aix, St. Tropez, Cannes, Nice, Monaco

04 Temmuz

Bugünkü güzergahımız, Aix en Provence, Lavanta Tarlaları olduğu Valensole Platosu ve St. Tropez olacak.

AIX EN PROVENCE, St. TROPEZ GEZİ NOTLARI

İlk durağımız Aix kent merkezi, ressam Cezanne’nin kenti. Durak derken girip çıkıyoruz yani. Beğendim bu kenti, burada daha fazla zaman geçirmek için sadece not ediyorum. Sonra Lavanta Tarlalarının olduğu Valensole köyüne doğru yola çıkıyoruz. Köye yaklaşırken Lavantaları görmeye başlıyoruz. Köye varmadan bir kaç kilometre önce büyük tarlaları görüyoruz. Arabamızı yolun gidiş yönümüzün soluna park edip, tarlaların içine dalıyoruz. Her taraf Uzak Asya’dan gelen turistlerle kaynıyor. Tarlaların içinde ilginç görüntüler oluşturuyorlar. Fotoğraflar çektikten sonra köye doğru hareket ediyoruz. Fakat ne yazık ki köyü gezme şansımız olmuyor. Israrla gezelim desem de bizimkilerin aşırı tepkisiyle, vazgeçiyorum. Aşırı sıcakların da etkisiyle müthiş bir baş ağrısı, kusma hissini tetikliyor. Küçük bir kasabada Carfeure’a girip içecek bir şeyler aldık. İçerdeki serinlik biraz rahatlatıyor.

Velensole’de bir lavanta tarlası

Alışverişten sonra küçük şirin, gerçekten zaman geçirmeye değecek güzellikte, Fransız köylerinin arasında süzüle süzüle St.Tropez’e doğru yol almaya başladık. Baş ağrısı yeniden dayanılmayacak bir hal aldı. Geçtiğimiz yerlerin güzelliği acıyı biraz olsun utturuyordu yine de.

St. Tropez‘e köy yollarından indik; biraz çıkışlı ve inişli, aynı zamanda kıvrımlı yollardı. Neyse ki Engin kaptan yol boyunca gerçekten de büyük bir performans gösterdi. Akşam güneşiyle birlikte bu liman kentine ulaşabildik. Sahil boyunca uzun palmiye ağaçlarının arasında kente doğru park yeri aramaya başladık. Sahil yakın bir yerde park edip yürüdük. Yürüyüşümüz belli plan çerçevesinde değildi. Yorgun, bitap düşmüştük.

Deniz gemilerle dolu, hemen önümüzde bir kilometre uzaklıkla St. Tropez ‘in marinasındaki yatların, yelkenlilerin uzaktan görüntüsü çok güzel. Sahil boyu şehrin ara sokaklarından yürümeye devam ettik. Şehrin nabzının attığı yere kendiliğinden gelmiştik. Oldukça hareketli ve canlı. Burası marinanın bulunduğu yer.

St. Tropez – sahil yolu

St. Tropez pahalı arabaların ve markaların şehri. Ama ben şehrin eski dokusuna bayıldım. Hala bozulmamışlık, bir kasabalılık da barındırıyor.

Quai Suffren sokağı boyunca Kafeler, Restoranlar ve canlı müzik yapan barlarla renkli ve oldukça canlıydı. Gün artık ağarmak üzereydi ve bize dönüş yolu görünüyordu. Güneşi de arkamıza alıp Imperia’ya doğru hareket ettik.

05 Temmuz

Bugün tekrar denize doğru yola çıktık. Bu kez İmperia’nın Oneglia tarafındaki sahile iniyoruz. Sahili küçük çakıllardan oluşuyor, çok güzel. Buraya herhangi bir yol da yok. İtalya’nın bu kesiminde görebildiğim, sahil boyunca yaklaşık 100-200 m denizden uzağa büyük kaya parçaları yerleştirilmiş. Bizde o kaya-büyük taşları merdiven olarak kullanıp,- bazen zorlansak da- her defasında öyle denize iniyoruz. Kum yok, en küçük çakıl taşlarından oluşmuş bir kumsal.

Imperis Oneglia sahili

Deniz çok sıcak değil, yaklaşık 24-25°C. Temiz ve güzel bir yer.
Çok kimse yok, bir iki kişi sadece var. Onlarda buranın insanları sanırım. Güneşin ve denizin keyfini çıkarıp, evin yolunu tutuyoruz.

06 Temmuz

Ben, Gülsüm ve Hejan kendimizi dışarı attık, hava bugün daha sıcak gibi. Kaldığımız yerden yukarıya doğru tırmanmaya başladık. Güler hariç diğerleri yatıyor. Yolda büyük bir incir ağacına rastladık. Siyah incirleri var; çoğu altına düşmüş. Bir iki tane bulabildim, çoğu yükseklerde. Tadı fena değil, Hejan yemedi. Gülsüm kahvaltıdan sonra yiyeceğini söyledi. Tam dönüş yolunda Hejan’ı boynundan arı soktu. Dayıcım…Cesur davrandı. Aniden ağladı. Gülsüm kucaklayıp hızlıca evin yolunu tuttuk. Biraz korktu haliyle. Annesi kadar olmasa da… Annesini görür görmez yarım kalan ağlamasını tamamladı. Neyse ki şiş olmadı, ve çabuk atlattı.

Kahvaltıdan sonra, dün gittiğimiz denize tekrar gitmeye karar verdik. Ama daha önce Imperia Oneglia ‘daki Zeytinyağı Müzesini gezmeyi planlıyoruz. Müze kapalıydı. Fakat ben Müzenin hemen karşısında yer alan, yine Olio Carli firmasına ait alışveriş yerine uğradım. Çok güzel, restoran ve firmanın kendi ürünlerinin satıldığı bir yer. Hızlı hızlı bakıp bir Yemek Kitabı ve zeytinyağından yapılma bir tart aldım. Ama tekrar gelmeyi düşünüyorum.

Bugün yine aynı yerden denize girdik. Yine çok güzel, su ve güneş ve kıyıya vuran dalgalar, burda olmak iyi hissettiriyor.

07 Temmuz

Gece uyuyamadım, her yanım yanık acısıyla sabaha kadar kıvrandım. Sabaha doğru ise Saksağan sohbetleri uyutmadı. Yine de uykumu alıyorum sanırım. Çünkü kendimi çok da halsiz hissetmiyorum. Kahvaltıdan sonra Adolfo geldi. Engin sıcak suyun akmadığını söyledi. Bu satırlar yazılırken hala suyla uğraşıyorlardı.

Bugün deniz yok, bulunduğumuz köyü ve belki doğasını da gezmeyi planlıyoruz.

Kahvaltıdan sonra Gülsüm, Güler ve ben, köyün bahçesinden çıkıp, yokuş aşağı etrafımızı keşfe çıktık. Kim bilir belki meyve ağaçları da bulur niyetiyle. Kırmızı Erik’le yetindik. Sıcak olduğundan dolayı çok fazla aşağı inemedik…

Bu arada sıcak suyumuz tamir edilmiş. Artık su kuyruğu beklemek yok. En çok Gülseren sevindi buna.

Imperia Oneglia

Öğleden sonra Imperia’nın Oneglia kısımı gezmeye şehre indik. Liman‘nın olduğu yerde sahil boyunca kafeler ve restoranlar var. Sahil boyunca yürümek çok güzel. Sonra ara küçük sokaklarda yürümeye başladık. Karşımıza kiliseye benzeyen bir yapı çıktı. Güzel bir meydanı var. Sonradan isminin Basilica di San Giovanni Battista olduğunu öğrendim… Hemen yanı başında uzanan Piazza Andrea Dora‘nın sonunda, yani ana yola doğru olan kısmında bir dondurmacıda dondurma yedik. Adı Antiche Dolcezze.  Şimdiye kadar yediğim en güzel dondurmaydı desem abartmış olmam. Dondurmadan sonra bugünü de bitirmiş olduk

8 Temmuz

Bugün çok erken olmasa da biraz erken kalktık; iki kent ve bir ülkeciği gezmemiz lazım.Nasıl olacak ben de bilmiyorum. Bakalım…

Cannes

İlk durağımız Cannes, bulunduğumuz İmperia’ya yaklaşık 1,5 saatlik bir uzaklıkta.

Cannes‘ı yılda 8 milyona yakın kişi ziyaret ediyor. Haksız da sayılmazlar. Fransa’nın bu güney kenti, son 50-60 yılda şimdiki ünlü kimliğine kavuşmuş. Çoğu kişi ingiliz lordu Brougham‘ın burayı tesadüfen keşfiyle Cannes‘ın kaderinin değiştiğini söylüyor. Brigitte Bardot‘ın Cannes‘ın sahilinde seksi pozlar vermesini bunun sebebi olarak gösterenler de yok değil. Tabii ki yıllar içinde sinema için büyük bir etkinliğe dönüşen Festivalin payı bence daha fazla. Ama Cannes‘ın kendi güzelliğini de hiç yabana atmamak gerek yine de.

Cannes vardığımızda öğleni vaktini biraz geçmişti sanırım. Hemen oyalanmadan sahile yakın bir yerde “Promenade de la Pantiero” caddesinde bir Otopark‘a park ettik. Otoparkt’an dışarı hemen yatların bulunduğu sahil meydanından çıktık. Meydanda büyük bir dönme dolap bizi karşıladı. Limanda sayılmayacak çoklukta, yatlar, gemiler var. Havaya pis bir sıcaklık hakim; güneş tam tepemizde. Hızlı bir şekilde “eski şehrin” bulunduğu La Suquet’e doğru yürümeye başladık.

Le Suquet Cannes‘ın ilk yerleşim yeri, tepede kale kalıntılarının arasında. İlk başta Roma kampı olarak kurulmuş, sonraları eski bir balıkçı köyüne dönüşmüş. Hala Orta Çağ’da kalan kalıntılar mevcut. Tepede bir katolik kilisesi, bir gözetleme kulesi, saat kulesi ve müze bulunuyor.

Cannes – La Suquet´te bir götünüm

Yukarı yürüyerek çıkıyoruz, dolambaçlı, daracık sokakları ve merdivenleri çıkmak bayağı bir zahmetli oldu. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum; güneş de bu duruma fazladan bir katkı sunuyor. Neyse ki yokuşu tırmanınca binaların ve ağaçların gölgeleri yardımcı oluyor. Dinlene dinlene yukarıya çıkıyorum nihayet.Burası büyük bir meydan, büyükçe ağaçların olduğu çok güzel bir meydan Bizimkiler çoktan varmış. Burda Cannes‘ı izlemek çok güzel, Dönme dolap, sonradan festivalin binası olduğunu öğrendiğimiz binalar, yat limanı… Ayrıca kırmızı tuğladan çatıların görüntüleri, ara sokaklar… Çok hoş burda Cannes‘ı izlemek. Yukarıda ayrıca çeşmeler mevcut; bunca sıcaklıktan sonra suyu bulmak, çölde vaha bulmak gibi bir şeydi. İnanılmaz iyi geldi.

Tabii biz ne müzeye ne de kiliseye uğradık. Biraz dinlendikten sonra aşağıya, sahile doğru tekrar yürümeye başladık.

Sonraki durağımız Froville Market. Bir Fransız pazarı. Arabayla şehri indiğimizde görmüştük. Fatat pazara vardığımızda toplanmışlardı bile. Pazarı kaçırdığıma üzüldüm. Pazarın hemen bir sokak altındaki hareketli bir cadde olan Reu Mynadier‘e indik. Çok güzel bir yer; küçük butik dükkanlar, yeme içme yerleri, hediyelik eşyaların olduğu bir sokak. Öğlen sıcağından etkilenmeyen bir yer. Ufak tefek hediyelik eşyalar aldıktan sonra yolumuza devam ettik.

Yeni rotamız film yıldızlarının boy gösterdiği ünlü ” La Croisette ” bulvarı yani “Promenade de la Croisette”. Yürürken Rue d’Antiebes‘ten geçtik. Yol çok güzel bir yol. Ünlü markaların, mekanların olduğu Cannes‘ın “alışveriş” merkezi. Çok hareketli. Yol boyu sokak direklerine asılan saksı çiçekleri bir güzellik katmış. Uzun bir yürüyüşten sonra nihayet La Croisette’ye vardık. Burası “paranın” kokusunun sindiği yer, satın alma içgüdüsünün nasıl olduğu bir yer. Ünlü oteller, kafeler, tasarımcı mağazaları, lüks arabalar… 2-3 km uzunluğundaki bu yol ağaçlarla, özellikle palmiye ağaçlarıyla kaplı. Biz yolu fazla yürüyemedik; zamanın darlığı, sıcaklık, başka yerleri de görme isteği vs…

La Croisette bulvarı

Arabaya doğru yürürken festivalin yapıldığı yerin önünden tesadüfen geçtik. Hiç de öyle televizyondaki görüntüye benzer bir görüntü yoktu doğrusu. Festival yapılan yerin girişinin üstüne kocaman bir “AZERBAİDJAN” yazısı ve büyük boy posteri asılıydı. Güler’i Azerbaycan’la çektim. Hemen yanı başında da kumarhane bulunuyordu.

Arabamıza atlayıp, akşamdan Gülsüm’ün bin bir emekle yaptığı “lavaş”ları mideye indirdik. Sonra Nice doğru yola çıktık.

Nice

Nice yolunda Google’la anlaşamadık ve yolu kaçırdık.. Bu bize 20 dakikaya mal oldu. Olsun.

Nice Cannes‘a yaklaşık 35 km uzaklıkta. Şehir merkezine doğru yol alırken, sahile yakın bir yerde, yol üstü arabayı park edip, yürüdük.

Sahile doğru yürürken Promenade des Anglais yolu üzerinde Le Negresco hoteli karışımıza çıktı. Ünlü kişilerin kaldığı bu pahalı otelin mimarisi çok güzel. Kapıda resmi giyinmiş görevliler duruyordu. Örneğin ressam Picasso ve Dali burada kalmışlar. Pembe kubbesine yeşil şeritler süslemiş. Gösterişli bir Otel. Söylentiye göre kubbeyi tasarlayan Gustav Eifel‘dır. Hani Paris’teki Eifel Kulesini tasarlayan adam.

Le Negresco oteli

Nice ‘in uzunca bir sahili var; sahil boyunca özel yani paralı ve halk plajları mevcut. Plajlar bayağı bir kalabalıktı. Sahil boyunca yürüdük biraz. Sonra kent merkezinin neresi olduğunu öğrenmeye çalıştık. Levhaları takip edip Rue Massena‘ya çıktık. Yol arabasız bir yol; karşılıkıl restoranlar, yine kafeler ve alışveriş yerlerini olduğu hoş bir cadde.

Yolun sağı Avenue Jean Médecin ki burası alışveriş merkezlerinin olduğu yer, solu ise Place Massena‘ya çıkıyor. Şehrin kalbinin attığı yer bura olsa gerek. Tranvay yolunun da geçtiği büyük bir meydan önümüze çıkıyor. Biz sola doğru yani meydana doğru yürüyoruz. Meydanın sağında etrafı çevrilmiş su fıskiyeleri yükseliyor. İçeri ana baba günü. Gerçekten. Çocuklar aileleri gözetiminde su fıskiyelerinin altında serinlenip oynuyorlar.

Place Messane

Meydanın Tranvay yolunun geçtiği yerde, sağlı sollu uzun direkler üzerine oturtulan adam heykelcikleri katalanlı Jaume Plensa‘ya ait. O eserine ‘Conversation a Nice‘ adını vermiş. 7 kıtadan 7 insan çalışması… Bu yolun sonu Fontaine du Soleil ‘ e çıkıyor. Meydanın ortasında çeşme, çeşmenin ortasında ise 7 m uzunluğunda büyük bir Apollon heykeli bulunuyor. Heykel bir 30 yıl gibi bir süre burada kovulmuş; sebebi ise açık-seçik olduğu için… 2011 yılında tekrar gelebilmiş, bizim “edepsiz Apollon” hem de 5 bronz heykeliyle birlikte; bunlar Satürn, Mars, Dünya, Venüs ve Merkür’ü temsil ediyorlar. Bu küçük alan aynı zamanda Meydanın sonu. Meydanın sonu inanılmaz güzellikte yarım daire şeklinde eski binalarla bitiyor. Binaların başladığı yere yakın hemen “eski şehir” başlıyor. Fakat biz gezemedik.

Monaco

Güneş ufka doğru ilerliyordu. Artık Monaco‘ya gitme zamanı gelmişti.

Akşam güneş batmak üzereydi vardığımızda. Dağın kucağında, denizin kollarına sere serpe uzanmış betonlar içinde bir ülke Monaco. Şehir merkezine dolambaçlı yeraltı tünelinde geçerek inebildik. Üstelik tünel de kavşak bile vardı…

Monaco

Monaco marinasının bulunduğu yere arabayı park edip, biraz yürümeye başladık. Karanlık çökmek üzereydi. Fazla kalmadık, Monte Carlo‘nun bulunduğu bölgeye arabayla uğrayıp yolumuza devam ettik. Şehri döne döne çıkarken, ayın, gemilerin ve şehrin ışıkları çok güzeldi.

Evet ya, Monaco gerçekten de uzaktan güzel. O kadar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir