Yol güzergahımız Mannheim-Basel-Luzern-Como-Mailand-Genoa-Imperia ve küçük köy Poggi
Saat 8.50 itibariyle Mannheim’dan çıktık. Hava kapalı, yağmur yok, sıcaklık 18-24 derece arası değişiyor.
01 Temmuz 2017
Bugün planladığımız saatten 50 dakika geç Mannheim’dan yola çıktık. İtalya’nın Liguria bölgesine küçük bir köye gidiyoruz.
Yol güzergahımız Mannheim-Basel-Luzern-Como-Mailand-Genoa-Imperia ve küçük köy Poggi
Saat 8.50 itibariyle Mannheim’dan çıktık. Hava kapalı, yağmur yok, sıcaklık 18-24 derece arası değişiyor.
Arabayı Cemal adlı bir tanıdıktan 600 Euro karşılığı kiraladık, gezimiz yaklaşık 15 gün sürecek.
Araba 7 kişilik Mercedes Vito’nun eski bir modeli. Araba klima sistemi hariç rahat bir araba. Gülsüm sürmeye başlıyor.
Basel’e kadar kısa bir mola verdik sadece. Basel ile Luzern arası kısa bir mola daha verdik. Gotthard‘a kadar yollar hep açıktı. Gotthard‘a kadar ara sıra uzun tünellerden geçtik. Bunlar sırasıyla 3,2km, 7,9km , 9,8km idi. Gotthard‘a trafik durdu. Sebebini varınca öğrendik; 17km uzunluğundaki Tünel. Vahhhoo… İnanılmaz.
İsveç’iler, insanların bu uzun tünelde kalmaması için trafik lambaları koymuşlar. Tüneldeki yığılmaları böylece engellemişler. Gerçekten de tünelde hiç durmadık, trafik akıp gitti…
Genova’ya kadar hava sürekli değişim gösterdi, yer yer kısa süreli şiddetli yağmura tutulduk.
Genova’da Imperia yolunda sahile paralel yol alırken, onlarca tünele girip çıktık. İtalya’nın bu bölgesi denize dik uzanan dağ silsilesiyle kaplı, düzlük yok, hem dağ tepe…Dolayısıyla trafiği akıcı ve hızlı yapabilmek için dağı delik deşik etmişler. Hoş tüneler öyle uzun değil, dolaysıyla da yol çok sıkıcı değildi.
Imperi’ya kadar görebildiğim en uzun tünelin uzunluğu 1,6km.
Tam 19.50 ‘de Poggi‘de konaklama kapısındaydık, yani Casa Olivo‘da . Poggi bir tepeye kurulmuş küçük şirin bir köy, yukarıda denize bakmak inanılmaz büyüleyici. Sahilde yukarı bulunduğumuz yere çıkmak bir kaç kilometre. Fakat yollar çok dar, arabamız da büyük olduğundan dolambaçlı yollarda yol almak bayağı bir problemdi. Engin neyse ki bu yollar için biçilmiş kaftan. Adolfo bizi karşıladı. Yaşlı, kel bir İtalyan.. Yetmişin üzerinde görünüyor, fakat inanılmaz dinç. İtalyancanın dışında bir dil bilmiyor. El kol hareketleriyle anlaşmaya çalıştık. Sonra İsviçre’de gelen yan komşularımız Almanca ile imdadımıza yetişti.
Ev fena değil, biraz bakımsız, ama güzel. Adolfo biraz cimri davranmış gerçi; ne havlu, ne de herhangi bir temizlik malzemesi bırakmış bize.
Yolculuk genel olarak güzel geçti, yorucu ya da sıkıcı değildi. Ama artık dayanma sınırına gelmiştik; bir iki saat daha uzun olsaydı, bayağı bir zorlanacaktık. Çünkü arabanın arkasında homurdanmalar gelmeye başlamıştı bile.
Bu arada Hejan’ın performansı da çok iyiydi; yolculuğun sonuna doğru sürekli sordu; “ne zaman varırız ” diye. Ama genel olarak çok iyiydi.
02 Temmuz 2017
Gece Güler’in sivrisinek savaşı ve sivrisineklerin kulağımızın dibindeki sinir bozucu dansı hariç iyi uyudum sayılır.
Saat 9’da uyandım, herkes yatıyor. Kendimi bahçeye oradan da zeytinliklere doğru doğaya bıraktım; meyve ağaçları aradım, badem çoğunlukta olmak üzere, limon, karabiber ağacı, kayısı, incir ağaçlarına rastladım. İri iri bademlere rastladım. Tam kabuk bağlamamışlar henüz, ama tadı süt tadında, çok güzeller. İncirler henüz olgunlaşmamış, bir tane olgunlaşmış bulabildim yine de. Tepeye doğru teraslama şeklinde Zeytin ağaçlarının arasında yukarılara doğru tırmanmaya başladım. Zemin kurumuş, sarı yer yer dikenimsi otlarla kaplı. Yukarılara tırmandıkça denizi görünmeye başlıyorum. Masmavi, uzak tepelerde köyler, kiliseleriyle daha da bir şirin görünüyorlar.
Sabahın bu ilk saatlerinde doğanın kendi sesine Saksağan bağırışları ve tanıdığım, tanımadığım kuş sesleri karışıyor. Sonra uzakta bir yerde davudi sesiyle İtalyan bir yaşlı amcanın sesi de karışıyor. Ve ben Ahmet Kaya’dan mırıldanıyorum;
” Ne anılar anladı beni ne de sen, oysa ne çok sevdim ikinizi bir bilsen….”
Döndüğünde herkes uyanmış. İlk kahvaltımızı Almanya’dan birlikte getirdiğimiz ekmek ve kahvaltı malzemelerimizle yaptık. Bugün çevreyi tanımaya çalışacağız, sahil şeridi boyu Sanremo’ya doğru rotamız.
Poggi’nin daracık yollarında kıvrıla kıvrıla sahil yoluna vardık. Fransa’ya doğru iki yol var; biri hızlı otoyol, ki aynı zamanda paralıdır- biri de sahil yolu boyunca uzanan yavaş yol. Geldiğimiz yollar hemen hemen hepsi güzel ve trafik yok denecek kadar azdı ve tabiki paralıydı…
SANREMO GEZİ NOTLARI
Sanremo yaklaşık 25-30 km bulunduğumuz yere uzak. Fransa’ya ise 20 km uzaklıkta. Yol boyu denizi, zambakları ve ismini bilmediğim çiçekleri izledik. Tabiat çok güzel, keşmekeşlik yok, kirlilik yok. Aşırı bir düzen yok fakat düzensizlik de denmez. Kendi içinde çok güzel bir harmoni oluşturulmuş, doğa insanlar ve deniz…
Sanremo turistik bir yer; kuruluş yılları antik Roma’ya kadar gider. Yaklaşık 55-60 bin nüfusa sahip.
Arabamızı Sanremo merkezine bir kaç km uzaklıkta yol üzerine park edip, yürümeye başladık. Geliş yolumuz karşısında bir park vardı, adını sonradan öğrendiğim Giardini Nobel parkı. Çok bakımlı ve hemen sahilin üst tarafına kurulmuş, büyük bir parktı.
Parka girer girmez bizi güzel bir Begonville karşıladı. Kızlarımız ağacın etrafında fotoğraf serileri oluşturdu. İlginç ve büyük ağaçlar görülmeye değer. Sıcaklıklardan kaçmak için de ideal bir dinlenme yeri.
Biraz daha yürüyünce sahile vardık, Sanremo yat limanı boyunca yürüdük. Sonra geldiğimiz parktan geri dönüp şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Corso Giuseppe Garibaldi caddesi boyunca yürürken, pizza mı dondurma mı yiyelim kararsızlığında dondurmadan karar kıldık. Cadde üzerindeki bir dondurmacıda dondurma yedik. Dondurma çok güzel değildi. Cadde boyu yürüyünce Piazza Cristoforo Colombo meydanına vardık. Burası biraz daha kalabalık, sonradan hayıflandık, erken dondurma yediğimize. Meydana yakın ara daracık bir sokak kalabalık olduğundan, o sokak boyunca yürümeye başladık. Sokak boyunca karşılıklı küçük alışveriş yerleri, lokantalar, dondurmacılar…ve yol boyu bir şeyler satmaya çalışan seyyar satıcılar, ki genellikle siyahi insanlardı… via Piazza caddesi…
Yol San Siro katedraline çıkıyor. Katedralin arkası bir meydan, kafeler, restoranalar… ve meydanın çıktığı daracık sokaklar. Sokağın biri çok ilginç, daracık, karşılıklı evler, evleri birbirine bağlayan ilginç köprüler, evlerin pencerelerinden ve balkonlarından sarkan elbiseler ilginç renkli görüntüler oluşturuyor…
Sanremo küçük gibi görülebilir, ama gezilecek çok yer vardır. Keşfedilmeyen onlarca sokağı ardımızdan bırakıp konaklama yerimize geri dönüyoruz.
Yolda “dışarıda mı yiyeyim, evde mi yiyelim?” sorusunun cevabını bulduk. Dışarıda yemeye karar verdik. Pizza’lar Gülsüm’den. Porto Maurizio‘da Pizzalarımızı yemeye karar verdik. Bulunduğumuz yerin hemen alt tarafı.
Imperia kenti önceden birbirinden bağımsız olan iki yerleşimin ( Oneglia ve Porto Maurizio) birleşimimden ve yine kente bağlı olan köyler Artallo, Borgo Sant’Agata, Borgo d’Oneglia, Cantalupo, Caramagna Ligure, Castelvecchio di Santa Maria Maggiore, Clavi, Costa d’Oneglia, Massabovi, Moltedo Superiore, Montegrazie, Oliveto, Piani, Poggi und Torrazza’dan oluşmuş. Kentin Nüfus yaklaşık 45.000.
Bu kent uzun bir Roma Yolu olan Via Aurelia üzerinde bulunuyor. Zamanında yapımına İÖ.312’de başlanan Via Appia’nın yol yapım projesinin bir parçası olarak inşa edilmiş. Roma’da Porta Aurelia kapısından başlar, İtalya’nın batı Akdeniz kıyılarını izledikten sonra Pisa kentine ulaşır. Pisa’dan Genova’ya da Aumilia Seaura yolu, Genoa ile Roma arasında bir bağlantıyı sağlar. Sonraları bu yol, inanılmaz bir uzunluğa ulaşır. Roma’dan başlayıp İtalya’nın batısında kıyı boyunca İmperia, Sanremo, Ventimiglia derken ta.. Fransa kenti Arlate’ye (Arles) kadar uzanın bir yol halini alır. Bu uzun yolun uzunluğu 962 Kilometre. Bizim bulunduğumuz kent ise bu yolun yaklaşık 615 kilometresine denk düşüyor.
İşte biz İmperia kentinin Porto Maurizio kısmında pizza yemeye karar verdik. Onlar pizza yemek için restorana girerken, ben kent merkezine yukarılarına doğru tırmanmaya başladım. Saat akşam sıraları inanılmaz güzel bir ışık var. Tırmandıkça güzellik artıyor, küçük ara sokaklar, güneşin sarısını yansıtan duvarlar, rüzgar ve güneşin aşındırdığı binaların duvarları, küçük butik kafeler, lokantalar inanılmaz güzel bir “eski şehir”…
03 Temmuz
Bugün ilk defa güneşlenmeye ve yüzmeye gidiyoruz. Ama daha önce İtalyan halk pazarlarını görebilmek için kahvaltıdan sonra hemen çıkıyoruz. Bulunduğunuz bölgeye yakın, her gün bir başka yerde “sokak pazarı” Mercati Ambulanti kuruluyor. Genelde saat 08-13.00 arası. Bugün biraz geciktik; Arma Di Taggia‘ya doğru yola çıktık. 10 km uzakta. Biraz uğraştan sonra pazar yerine buluyoruz. Sahile yakın kasaba merkezinde uzunca bir pazar… Türkiye’deki gibi her şey satılıyor. Elbiselerden, meyve, sebzeye kadar…. Hızlı dolaşıyoruz, ben Hejan’la birlikte hızlı hızlı meyve-sebze bölümüne doğru yürüyoruz. Pahalı geldi. Biraz üzüm, karpuz, kavun ve şeftali alıyoruz. Üzüm çok güzeldi, karpuz ve şeftaliler berbat… Kavun bu satırlar yazılana kadar denenmemişti. Dönüşte Alman Marketler zincirlerinden biri olan LIDL‘e uğradık. Bütün alışverişimizi burada yapmaya karar verdik. Hem daha ucuz, hem de istediğimiz her şeyi bulabileceğimiz bir yer. Üstelik buradakinden İtalya’ya özel çeşitler de mevcut. Biraz gecikmeyle eve nihayet vardık. Gülden ve Gülseren evde güneşlenmeye başlamışlardı bile. Hemen toparlanıp sahile doğru tekrar kıvrıla kıvrıla indik…
Bulunduğumuz yerin sahiline, yani Porto Maurizio‘ya karar verdik. Genelde çakıldan oluşmuş, istediğimiz bir kumsal değildi. Büyükçe taşların bulunduğu yere serdik havlularımızı …. Fakat akşama doğru rüzgar hızını artırdı, üşümeye başladık. Nemin getirdiği soğukluk da vücutta hissediliyor. Ve yapış yapış hissi. Daha kuytu bir köşe bulup biraz daha güneşlendikten sonra evin yolunu tutuyoruz.